YENİ

The Mentalist Dizisi Hakkında 50 Detay

 



"Bir adam... her şeyini kaybetmişti.

Karısını, çocuğunu, huzurunu.

Ve sonra, aklını kullandı, mücadele etti, yılmadan yorulmadan.

Ama bu sadece bir intikam hikâyesi değil.

Bu, zihnin karanlıkla savaşı.

Bu patrick jane’in savaşı, The Mentalist."

2008 yılında başladığında kimse bir suç dizisinin bu kadar felsefi, bu kadar incelikli olabileceğini tahmin etmiyordu. Ama sonra Patrick Jane geldi. Gülümseyen yüzü, kahve rengi ceketleri ve gözlerinin arkasında gizlediği büyük boşlukla.

Bugün, onu ve onun hikâyesini, 50 unutulmaz bilgi eşliğinde yeniden hatırlayacağız. Hadi başlayalım.

1. The Mentalist, Bruno Heller tarafından yaratıldı. Daha önce HBO’nun Rome dizisinde de imzası olan Heller, “görünüşte her şeyi bilen ama içten paramparça olan bir adam” fikrinden yola çıktı.

2. Dizi CBS’te yayınlandı ve 7 sezon, 151 bölüm sürdü. 2008-2015 arasında ekranlardaydı.

3. Patrick Jane karakteri, gerçek hayattaki bazı ‘mentalistler’den esinlenildi. Özellikle Derren Brown ve Banachek gibi illüzyonistlerin teknikleri senaryoya aktarıldı.

4. Dizi aslında bir "whodunit" yani “katil kim?” formatından çok daha fazlasıydı. Bir iç hesaplaşma, bir karakterin akıl sağlığıyla sınavıydı.

5. Patrick Jane’in geçmişi, Heller tarafından “klasik bir trajediye” benzetildi. “O bir anti-kahraman değil,” dedi, “O, arınmak isteyen bir günahkâr.”

6. Patrick Jane rolü için Simon Baker’dan başka biri düşünülmedi. Heller, senaryoyu doğrudan Baker’a yolladı.

7. Simon Baker, rolü için vücut dilinden mikro ifadeye kadar yoğun eğitim aldı. Göz teması kurma süresi, bakış yönü, el hareketleri bile hesaplandı.

8. Baker, gerçek hayatta da bazı temel mentalist teknikleri öğrendi. Özellikle “cold reading” konusunda uzmanlaştı.

9. Patrick Jane’in imzası hâline gelen çay kupası, aslında Baker’ın kendi fikriydi. Sete ilk gün kendi fincanıyla gelmişti.

10. Patrick Jane'in kişisel otomobili 1970'lerin başında 1955-75 yılları arasında Fransa'da üretilen ve 1956-72 yılları arasında ABD'de satılan Citroën DS modelidir. DS, sürücünün bir düğmeye basarak şasiyi manuel olarak yükseltmesi veya alçaltması seçeneği ile hidropnömatik kendiliğinden yayılan süspansiyon sunan ilk seri üretim otomobiliydi.

11. Jane karakteri çoğu zaman sahnede doğaçlama yaptı. Özellikle sorgu odası sahnelerinin %30’u senaryo dışıydı.

12. Red John karakteri, dizinin en gizemli ve etkileyici yönüydü.

Heller, Red John’un kim olacağına 3. sezona kadar karar vermemişti. 7 farklı alternatif son vardı.

13. Red John’un imzası olan “gülümseyen yüz” aslında bir seri katilin simgesi değil, Patrick’in kendi trajedisinin sembolüydü.

14. Red John’un gerçek kimliği açıklandığında hayranlar ikiye bölündü. Kimileri “hayal kırıklığı” dedi, kimileri “şok edici”...

Serinin en çok izlenen bölümü, Red John kimliğinin açıklandığı bölümdü.

15. Sezon 6, Bölüm 8, “Red John (2013) ‘e kadar her bölüm başlığı, ’Paint it Red”, “Scarlet Fever”, “Russet Potatoes” veya “Bloodshot” gibi kırmızı renge bir gönderme içerir. Bunun nedeni Patrick Jane'in düşmanının zeki, sadist seri katil Red John olmasıdır. Sezon 6, Bölüm 9, “My Blue Heaven (2013)” ile başlayarak, Red John yakalandı, bu nedenle bu tema kesildi.

16. Jane’in teknikleri, aslında sahtecilikle gerçek arasındaki çizgiyi temsil eder.

17. “Soğuk okuma”, “ayna nöronlar” ve “mikro ifadeler” dizide sık sık kullanıldı.

18. Jane’in kimseye silah taşımaması, onun bir mentalist olmasının altını çizdi. Onun silahı, sözleriydi.

19. Dizideki birçok suç, gerçek hayattaki olaylardan esinlenilerek yazıldı.

20. Jane'in hipnoz sahneleri, uzmanlarca "sürpriz derecede doğru" bulundu.

21. Çoğu bölümde kurban veya failin gerçek karakterini gösteren bir ismi vardır. Örnekler: McTyranny, Quick, Just, Unjust.

22. Simon Baker, 6. sezondan itibaren bazı bölümlerin yönetmenliğini üstlendi.

23. Lisbon karakterini canlandıran Robin Tunney, Baker ile gerçek hayatta da çok yakın arkadaştı.

24. Tim Kang (Cho), sahnelerinde asla gülümsememesiyle dikkat çekti. Bu bir oyunculuk kararıydı.

25. Owain Yeoman (Rigsby), diziden ayrıldığında set ağlamıştı. Ayrıca kendisi aslında Galli; kullandığı Amerikan aksanıyla diğer oyuncuları bile kandırdı, çünkü kameralar çekmiyorken bile her zaman karakterinin içinde kaldı.

26. Amanda Righetti (Van Pelt), dizinin beşinci sezonunda hamileydi — bu, senaryoya yazılmadı ama kamera açılarıyla gizlendi. neredeyse her sahnede sadece bir bilgisayarın arkasında ya da karanlık gölgelerde otururken görülebiliyor ve sahaya çıkmıyor.

27. Sezon 1, Bölüm 2’deki “hipnozla cinayet itirafı” sahnesi, psikoloji öğrencilerine ders olarak gösterildi.

28. Red John’un Patrick’e “Sen de benim gibisin” dediği sahne, dizinin zirvesiydi.

Patrick’in Red John’u öldürdüğü sahne — tek bir silah, tek bir cümle, ve sonsuz sessizlik.

29. Red John'un bir kurbanı duvara “O Mac” yazarak McAllister'ı yanlış yazmış, ancak Red John'un gerçek adını ele vermiştir. Bir başka olasılık da duvara yazılan cümlenin “O Mar”, yani “O Mareşal” (Red John'un Şeriflik mesleği ile Mareşalliği karıştırılıyor) ya da daha büyük olasılıkla Blake Derneği üyelerinin omuzlarındaki dövmeye atıfta bulunan “O İşaretli” anlamına gelmesidir.

30. Jane’in Lisbon’a “Seni seviyorum” dediği an, yılların yükünü boşalttı.

Finaldeki dans sahnesi — bir ölüm hikâyesinin, huzura dönüşüydü.

31. Dizinin prömiyeri ve finali birbirinin tersi olarak yansıtılmıştır. “Pilot (2008)” Jane'in karısını ve kızını kaybetmesiyle başlarken, ‘Beyaz Orkideler (2015)’ Jane ve Lisbon'un evli bir çift olarak yeni hayatlarına başlamaları ve Jane'in hamile olduğunu açıklamasıyla sona eriyor.

32. Patrick Jane’in geçmişi, karakterin merkezinde yer alır. Ailesi Red John tarafından öldürüldüğünde, Jane bir televizyon programında Red John’la alay etmişti. Bu, onun hayatını paramparça eden kibirli anıydı.

33. Jane’in vicdan azabı, onun yöntemlerini şekillendirdi. Adaleti sağlarken çoğu zaman kuralları çiğnedi. Çünkü onun için adalet, sistemden değil, kalpten geçiyordu.

34. Jane’in her suç mahalline sanki bir tiyatro sahnesine girer gibi girmesi, karakterin teatral doğasının yansımasıydı.

35. Onun yetenekleri doğuştan gelmiyordu — çocuklukta, ailesiyle birlikte bir sahtekâr olarak yetişmişti.

36. Patrick Jane karakteri, klasik bir “trickster” arketipidir. Yani zeki, esprili ama tehlikeli bir bilgi taşıyıcısıdır.

37. Lisbon ve Jane arasındaki bağ, ilk sezondan itibaren hissediliyordu ama asla doğrudan ifade edilmedi. Bu, dizinin en sabırlı ilişkilerinden biri hâline geldi.

38. Dizi boyunca Lisbon, Jane’in hem vicdanı hem de pusulasıydı. Onu dengeleyen tek kişi.

Final bölümünde ikisinin evlenmesi, birçok hayranı gözyaşına boğdu.

39. Lisbon karakteri, güçlü kadın figürüyle ekranlarda farklı bir örnek çizdi. Ne duygusuzdu ne zayıf — tam anlamıyla gerçekçiydi.

40. The Mentalist, seyirciye güvenen bir diziydi. Her ipucu ekrana yerleştirildi — hiçbir şeyi “kolaylaştırmadı.”

41. “Soğuk okuma” tekniklerinin sahneye nasıl yedirildiğini sadece dikkatli izleyici fark etti.

42. Red John’un kimliğiyle ilgili ipuçları, ilk sezondan beri ekranın arka planında gizliydi. Bir bölümde, kamera bir saniye bir karakterde fazla duruyor — bunu fark edenler vardı.

43. Patrick’in kırmızıya olan nefretini sadece 3. sezonda bir cümleyle öğreniyoruz. Bu, karısının kanını temsil eden renk.

44. Jane’in karısının adı Angela, kızının adı Charlotte’tu. Jane, Red John’u öldürdükten sonra yıllar boyunca hiç bu isimleri söylemedi.

45. Dizi boyunca hayranlar, Red John’un aslında başka biri olabileceğine inandı. Kimileri Lisbon’dan şüphelendi, kimileri Jane’in kendisinden…

46. En popüler teoriye göre Red John, Patrick’in zihninin bir yansımasıydı. Yani o aslında gerçek biri değil, Jane’in içindeki karanlıktı.

47. Finalde Red John’un öldürülüş şekli — sessiz, yavaş ve acısız — birçok izleyiciye göre “fazla sade”ydi. Ama tam da Jane’in istediği gibiydi.

48. The Mentalist, klasik polisiyelerin ötesine geçerek zihinsel güce dayalı bir dedektiflik hikâyesi sundu.

49. Simon Baker, bu rolüyle 2 Altın Küre adaylığı kazandı ve bir yıldız oyuncuya dönüştü.

50. Dizi bittikten sonra bile Patrick Jane karakteri, “televizyon tarihinin en sevilen dedektiflerinden biri” olarak kaldı.

“Patrick Jane, bir mentalist değildi sadece…

O, travmayı, pişmanlığı ve zekâyı aynı anda taşıyan bir hafızaydı. İkonik bir karakterdi.

Ve bu dizi, zekice yazılmış bir intikamdan daha fazlasını bizlere izletti.

Eğer bir gün adaletin herkes için aynı olmadığını fark edersen…

Eğer bir gün karanlıkla savaşmanın en iyi yolu, onunla dans etmekse…

O zaman The Mentalist izlenmeli.

Çünkü sadece bir polisiye değil …

Bir karakterin ruhuna yapılan yolculuk.

Ve her insan, o yolculuğu bir kez yaşamalı.

Sonraki içeriklerde görüşmek üzere. Hoşçakalın.


Hiç yorum yok